20 Şubat 2013 Çarşamba

Yarın Yeni Bir Gün - Erich Maria Remarque



Bu Remarque’nin okuduğum üçüncü kitabı oldu. Sanırım bu yazarla kafayı bozuyorum. Üç kitapta da konu savaş ama o kadar gerçek o kadar samimi ki doyamıyorum. Aynı şeyleri tekrar tekrar okuyabilirim.


Okuduğum diğer iki kitabı "Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok" ve "Dönüş Yolu"ndan farklı olarak yazar burada aşka yer vermiş. Aslına bakarsak diğer kitaplardan daha ılımlı bir yaklaşım var bu kitapta. O kıyametin ortasında aşk bir ilaç gibi. Tabi aşk ne kadar güçlü olsa da hayat tüm çirkinliğiyle devam ediyor. Ve malesef aşk bu durumu iyileştirmeye yetmiyor.


Kitabın basımı yok, bir sahafta karşıma çıktı. Kitaptan haberim yoktu Remarque adını görür görmez yapıştım tabi ki. Ve tam tahmin ettiğim gibi pişman olmadım. 68’de Halk Kitabevi'nden basılmış. Eski bir kitap, haliyle içinde pek çok basım hatası var. Hatta yer değiştirmiş sayfalar da mevcut. Bazen cümle bir anda kesiliyor ama bu hatalar konu bütünlüğünü bozmuyor.

Arka Kapak
Bu romanda aşk gibi asil bir hissinsürükleyici ahengini, dehşet saçan korkunç maceraların unutulmaz hatıralarını bulacaksınız. Fırtınalı bir gecede mezarların derin çukurlarında kaybolan, insanların, yaşamak için attığı son çığlıkları duyacak ve onlarla beraber ürpereceksiniz.  

19 Ocak 2013 Cumartesi

Dönüş Yolu - Erich Maria Remarque


Bu kitap Remarque'nin çok beğendiğim, “Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” isimli kitabın devamı niteliğinde. İlk kitapta savaş ortasında tanıdığımız gençlerden sağ kalanlar savaşın sona ermesiyle evlerine gider ve artık onların normal yaşama dönebilme çabalarını okuruz.  Elbette bu kolay bir şey değil. Çocuk denilecek yaşta dünyanın en çirkin yüzünü gördükten sonra bir daha hayata eskisi gibi bakabilmek kolay olabilir mi?

Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok benim için ayrı bir yere sahip ama bu kitap da onun kadar başarılı. Bu kitap bize yeni bir savaş hikayesi sunmuyor var olan bir hikayeyi devam ettiriyor bu da onu daha da değerli kılıyor.

Remarque'nin üslubuna diyecek laf yok zaten. Burhan Arpad da gayet güzel çevirmiş. Kitabın sonunda bir de Burhan Arpad'ın yazarla yaptığı kısa bir röportaj yer alıyor.

"Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok" yorumum için buraya tıklayın.

Arka Kapak
Savaşın incittiği insanlara bir ses veren Erich Maria Remarque, bize hatırlattıklarıyla her zaman el üstünde tutulması gereken bir yazar. Savaşın dehşetini, beraberinde getirdiği yıkımı, insanoğlunu birbirine nasıl yabancılaştırdığını birinci ağızdan, çarpıcı bir şekilde dile getiren Remarque, savaşla ilgili bildiğimizi sandığımız gerçekleri sorgulamamızı sağlarken, edebiyatın ne kadar güçlü ve ölümsüz bir kaynak olabileceğini de bir kez daha kanıtlar.

Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok’un devamı niteliğinde olan Dönüş Yolu, I. Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle evlerine dönen bir grup askerin topluma uyum sağlamakta yaşadıkları zorlukları anlatıyor. Başta aileleri olmak üzere tüm toplumdan kopmuş, ıssızlaşmış askerler gündelik hayatın akışına kapılmakta, askerdeki hiyerarşik ve sosyal düzenin artık geçerli olmadığını idrak etmekte güçlük çekmektedirler. Onca ölüm gördükten sonra yaşamın anlamını sorgulamaya başlayan eski askerler nihayetinde birbirlerine de yabancılaşmaya başlarlar. Yayımlandığı günden bu yana güncelliğini koruyan Dönüş Yolu, şimdi Burhan Arpad’ın Remarque’la yaptığı röportajla birlikte Everest Yayınları’nın dünya klasikleri dizisindeki yerini alıyor.



15 Kasım 2012 Perşembe

1930’lardan 12 Eylül’e Siyasi Tarihimiz



Bu yazıda Türkiye’nin siyasi tarihine ışık tutan bir üçlemeden bahsedeceğim. Belgeselleri de bulunan Mehmet Ali Birand imzalı bu üç kitap siyasi tarihimize ilişkin okuduğum başarılı eserlerden biri.



Demirkırat / Bir Demokrasınin Doğuşu

Bu kitapta henüz çiçeği burnunda bir ülke olan Türkiye'nin 30’lu yıllarına kısaca değinip İnönü'nün siyaset sahnesinede tek başına aktif olmasından itibaren gelişen olayları okuyoruz. 17 Eylül 1961’de Adnan Menderes'in idamıyla da kitabı noktalıyoruz.

Bu set içinde en akıcı kitap diyebilirim. Tarafsızlık elden bırakılmadan yazılmış, dönemin aktörlerinin ropörtajlarıyla desteklenmiş.

Demirkırat adının hikayesinden bahsetmeden geçmek olmaz. Demokrat Parti ortaya çıktığı zamanlarda demokrat kelimesine yabancı olan Türk halkı bu kelimeyi Demirkırat'a dönüştürmüş ve böylece kalmış.

Doğan Kitap tarafından basılan kitabın dvd'si de hediye olarak veriliyor.



12 Mart / İhtilalin Pençesinde Demokrasi

Bu kitapta tarihi 61’de Menderes'in idamından alıp 71’de üç masum gencin idamına kadar götürüyoruz. 10 yıla ne çok ölüm sığdırmışız ve bununla da yetinmemişiz. Ne acı..

Kitap aynı şekilde röpörtajlarla desteklenmiş.  Ecevit ve Demirel gibi konu edilen dönemde aktif rol oynayan insanların röportajlarının bulunması büyük bir kazanç.

 İmge yayınevinden çıkan bu kitapta da dvd hediye olarak veriliyor.







12 Eylül / Türkiye'nin Miladı

71 tarihiyle başlayan bu kitap dönemimizin en karışık zamanlarını anlatıyor. Sürekli değişen hükümetler, başarısız koalisyonlar, katliamlar, suikastler,  sağ sol çatışması, terör derken bir bakmışızki bir darbe daha yanı başımızda belirivermiş. 

İçlerinde en dolu dolu olan üçlemedeki bu sonuncu kitabı da iktidarı Özal'a devredip bitiriyoruz. Ama tarih burada bitmiyor. The Özal Bir Davanın Öyküsü isimli Mehmet Ali Birand ve Soner Yalçın imzalı eserle tarihe tanıklık etmeye devam edebilirsiniz. Ben şu sıralar çok yoğun olduğum için maesef bu kitaba başlayamadım.



Doğan kitaptan çıkan bu kitabın ne yazık ki dvd'sini hediye olarak alamıyoruz. Ama yine de piyasa değeri 50 lira olan dvd'yi internetten izleme şansımız var.



8 Ekim 2012 Pazartesi

Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş - Jose Saramago



Jose Saramago’nun iki romanı Körlük ve Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş kütüphanemde okunacaklar arasında bekliyordu. Daha önce Kabil ile başladığım Saramago’yu Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş ile devam ettirmeye karar verdim. Bu kararımda kitabın ismi önemli derecede etkili olduğu halde okurken aynı etki devam etmedi.

Kitap iki bölümden oluşuyor. İlk bölümde hemen hemen herkesin aklından geçirdiği ölümsüz olma düşüncesinin gerçekleştiği takdirde olacakları okuyoruz. Ölüm ortadan kalktığında kimse sonsuz bir yaşlılığa, düşkünlüğe gark olacağını düşünmez elbet ama olacak olan budur ve Saramago bize böyle bir düzende dünyanın içine düşeceği durumu gösteriyor.  Burada belirtmeden geçmeyelim ki yazar ölümsüzlüğü sadece bir ülkeyle sınırlı tutuyor. İkinci bölümde ölümlerin bir hafta önceden bildirildiği bir düzende olacakları okuyoruz.Bu seferde her an ölüm haberinin geleceği korkusuyla yaşamanın dayanılmazlığına şahit oluyoruz. 


Öncelikle kitabın su gibi akıp gitmediğini söylemeliyim. Üç kitabında da gördüğüm üzere Saramago diyalogları birbirinden ayırmayı pek önemsemiyor. Haliyle bu da kitabın okunmasını zorlaştırıyor. Her sayfası karınca sürüsü gibi harflerle dolu bir kitabı okumak kolay olmadı. Ama tüm yoruculuğuna rağmen bırakamadım. Büyük beklentilere girilmediği sürece okunabileceği kanaatindeyim.

Arka Kapak
Adı bilinmeyen bir ülkede, dünya kuruldu kurulalı görülmemiş bir olay gerçekleşir: Ölüm, o güne kadar yerine getirdiği görevinden vazgeçer, hiç kimse ölmez olur. Bir anda ülkeye dalga dalga yayılan sevinç çok geçmeden yerini hayal kırıklığı ve kaosa bırakır. İnsanların ölmemesi zamanın durduğu anlamına gelmemektedir, ezeli bir yaşlılıktır artık onları bekleyen. Hükümetten kiliseye, sağlık kurumlarından ailelere, şirketlerden mafyaya kadar herkes ölümün ortadan kalkmasının getirdiği sonuçlarla mücadele etmek zorundadır. Ancak ölüm, beklenmedik bir kimlikle ve umulmadık duygularla geri döner insanların arasına.
Ölüm ve ölümsüzlük karşısında insanın şaşkınlığını, çelişkili tepkilerini ve ahlaki çöküşünü, edebi, toplumsal ve felsefi anlamda derinlikli bir biçimde işleyen José Saramago, geçici olanla ebedi olanı birbirinden ayıran kısa mesafenin meseli sayılacak Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş’u, başladığı gibi bitiriyor: "Ertesi gün hiç kimse ölmedi.


4 Ağustos 2012 Cumartesi

Yazı Odasında Yolculuklar - Paul Auster



Daha önce Paul Auster’in Görünmeyen ve Son Şeyler Ülkesinde isimli kitaplarını okumuş biri olarak bu kitabın çok çok farklı olduğunu söyleyebilirim. Ayrıca bloguma adını bahşeden bir kitabı bu kadar geç okumuş olmam da büyük kayıp.

Kitap bilincini kaybetmiş yaşlı bir adamın birer adet yazı masası, yatak ve sandalye bulunan hücre gibi bir odada uyanmasıyla başlar. Yazar bu adamın adını söylemez bize, onun hakkında hiçbir bir bilgi vermez ve ona Bay Boş diye hitap etmeyi seçer. Bay Boş orada neden bulunduğunu bilmemekte ve anlamaya çalışmaktadır.

Kitaptan uzun uzun bahsedip okumak isteyenlerin hevesini baltalayacak değilim. Ama kitapta bulunan güzel bir detaydan bahsetmeden geçmeyeceğim. Bay Boş'un odasına gelip giden kişiler yazarın daha önceki romanlarının kahramanlarıdır. Yazara ait okuduğum kitap sayısı göz önünde bulundurulursa ben sadece birini tanıyabildim ama daha çok kitabını okumuş bir kişi için daha eğlenceli bir hal alabilir bu detay.

Kitabın bize anlattığı kurgulanmış bir hikayeden çok daha fazlası. Okumanızı tavsiye ederim. 

Arka Kapak
Bir yatak, bir yazı masası ve bir iskemleden başka bir şey bulunmayan, tek kapılı, tek pencereli bir oda. Yaşlı bir adam, bu odada belleğini yitirmiş olarak uyanır. Kim olduğunu, buraya nasıl geldiğini anımsamaz. Odaya gelen belli belirsiz kişiler, Bay Boş’a anımsayamadığı suçlar yöneltirler, kimliği ve geçmişine ilişkin örtük sözler ederler. Tavana gizlenmiş bir kamera durmadan fotoğrafını çeker, bir mikrofon odadaki her sesi kaydeder. Biri izlemektedir sanki. Günümüz Amerikan edebiyatının en yaratıcı yazarı Paul Auster’ın yeni romanı Yazı Odasında Yolculuklar, gizemli metinleri, bilmece kimlikleri, kahramanının gizli geçmişi ve belirsiz işkencecisiyle belki de yazarın en tuhaf romanı. Ama Bay Boş’un dünyasının bizim dünyamızdan çok da farklı olmadığını düşünürsek, belki de o kadar tuhaf değil. Bay Boş’un kurmaca yaşamı, Kafka, Beckett ve Borges’in yarattıkları dünyadaki yerini alırken, günümüz gerçekliğini tüm ürkünçlüğüyle sezdiriyor okura.