29 Ekim 2013 Salı

Struma - Halit Kakınç

Struma Türkiye'nin göz yumduğu bir cinayetin öyküsüdür.

İkinci Dünya Savaşı ile birlikte Balkan sınırında Nazi tehditi giderek büyümekteydi. Romanya da pek çok ülke gibi Nazi hayranlığına soyunmuş, ulusalcılığı yücelterek Yahudilere karşı kara propagandaya başlamıştı. Her geçen gün can güvenlikleri tehlikeye giren Yahudilerin aklında tek bir düşünce vardı; güvende olcakları kutsal topraklara, Filistin'e göçmek. Bunun en kolay yolu da deniz yolculuğuydu. Bu yüzden mülteci gemileri Filistin'e doğru yola çıkıyordu.

Struma adlı gemiye de 791 insan Filistin'e ulaşabilme umuduyla bindi. Kaderin onlara oynayacağı oyundan habersiz... Struma  yola çıktığında motoru bozuldu üstün körü bir tamirle yoluna devam etti ancak tekrar motorunun durmasıyla İstanbul açıklarında, Sarayburnu'nda demir atmak zorunda kaldı. Ve gemidekiler için 72 gün sürecek olan bekleyiş başladı. Türkiye Nazi tehditinin altında olmasının yanı sıra, Nazilere duyduğu hayranlık ve Yahudi düşmanlığı nedeniyle gemideki insanların karaya çıkmasına izin vermedi, bazı istisnalar dışında. Süresi geçmiş olsa da pasaportları olan bazı insanlar, önemli isimlerin araya girmesiyle bir aile ve hamile olup hastaneye yatması gerektiği için bir kadının karaya çıkışına izin verildi, diğerleri ise kaderlerine terk edildi. Bu süre boyunca gemideki insanlar İstanbul'daki Yahudi topluluğunun ilaç ve yiyecek yardımıyla yaşamaya çalıştılar.

Struma'nın sınırları içinde bulunması Türkiye için büyük bir tehditti. Bir an önce bu dertten kurtulmak gerekiyordu ve karar verildi. Motoru bile olmayan Struma açık denizlere çekilerek kaderine terk edildi. Burada da Stalin'in emri ile Kızıl Donanma tarafından Nazi ajanları taşıdığı gerekçesi ile torpillenerek paramparça edildi. 768 insan bir anda katledildi.

 Elbette bu olaya Türkiye açısından da bakmak gerek. Tarihe damgasını vurmuş en zalim insanlardan biridir Adolf Hitler. Türkiye bir yandan böyle bir tehdit altındayken bir yandan da İngiltere tarafından göçmenlerin Filistin'e gönderilmemesi için baskı uygulanırken ne kadar objektif davranabilir. Türkiye'nin bu olayda masum olduğunu, elinden bir şey gelmediğini düşünebiliriz. Kitabı okurken hep bu vardı aklımda. Ama olayın ardından dönemin cumhurbaşkanı Refik Saydam'ın söylediği şu sözler aslında Türkiye'nin hiç de masum olmadığını gösteriyor. "Türkiye başkaları tarafından arzu edilmeyen insanlara mekan olamaz." Başka söze gerek var mı?

Evet Türkiye'nin bu insanlara yardım edecek gücü yoktu ama anlaşılıyor ki böyle bir niyeti de yoktu. 

Arka Kapak
“Ülkemizin önde gelen araştırmacı akademisyenlerinden yazar dostum Halit Kakınç, Struma olayı hakkında bugüne kadar karanlıkta kalmış birçok bilgiyi de içeren önemli bir eseri yayımlıyor.
Ben, Struma cinayetini bire bir yaşadım. 1941 yılında, 15 Aralık’ta Struma gemisi Sarayburnu açıklarına demir attı. Rıhtıma yanaşmasına izin verilmedi. Gece gündüz polis nezaretinde, 769 insan 72 gün boyunca deniz ortasında hapsedildi ve sonra katledildi.
Yazar Halit Kakınç’ın bu eserinin en sonunda, Anadolu Ajansı’nın 24 Şubat 1942 tarihli açıklamasını bulacaksınız. Vatandaşlarına saygısı sıfır olan ceberut ve despot devlet anlayışını yansıtan bu açıklama, aynı zamanda utanç verici bir yalanı da içeriyor: “Geminin tamiri hitam bulduğu halde…” diye başlıyor.
Aslında motor arızalı olarak, atölyede kalmıştı. Yani, Struma motorsuzdu. Motorsuz bir gemi, kaderine terk edilen 769 insanı taşıyan bir büyük yüzen tabuttu. Ve devletin Anadolu Ajansı, utanç verici bir şekilde, geminin tamirinin bittiğini iddia ediyor, yalan söylüyordu. Katillerin cinayetlerini örtmeye çalışıyordu.
Struma cinayetinin üzerinden 70 yıl geçti. Mensubu olduğum Türk toplumunun eleştirilecek birçok yönü var. Bence bunların başında, eskiden beri süregelen geçmişte kalmış sayısız günahlarıyla yüzleşememek ve huzura erememek var. Bu cesareti ıskalamak… Cesetleri arka arkaya, üst üste yığıp dolap kapılarını kilitlemek… İyi de, cesetler orada kokuşup duruyor. Koku etrafa yayılıyor, havayı zehirliyor. Şu dolapları artık açıp havalandırsak, günahlarımızla yüzleşsek, huzura ermeyi denesek daha iyi olmaz mı?”
İshak Alaton

27 Ekim 2013 Pazar

Körlük - Jose Saramago

Uzun zamandır kütüphanemde okunmayı bekliyordu ancak  diyalogları ayırmadan yazılmış bir kitap olduğu için ve hiç boşluk olmadığı için okurken zorlanırım diye düşündüğümden okumayı sürekli erteliyordum. Yazar Ayları etkinliğini görünce fırsat bu fırsat okuyayım dedim. Düşündüğüm gibi de olmadı dört günde bitiriverdim. Hem de hiç zorlanmadan ve büyük keyif alarak.

Kitap bir adamın arabasıyla kırmızı ışıkta beklerken kör olmasıyla başlar ve sırayla bu körlüğün çevresindeki insanlara bulaşmasıyla devam eder. Körlüğün bulaştığı insanlar devlet tarafından bir akıl hastanesinde karantinaya alınır ve burada kaderlerine terk edilirler. Onlara her gün yiyecek ve temizlik maddeleri verilmektedir ama tüm yardım bundan ibarettir. Devlet körleri diğer insanlardan ayırarak sorunu çözebileceğini düşünmektedir.  Bu akıl hastanesine tıkılmış körlerin içinde gören sadece bir kişi vardır ama bu kişi de gördüğünü saklamaktadır çünkü bu diğer körler içinde bilinirse onların kölesi durumuna düşebilir. Herkesin kör olduğu bu yer zamanla, açlık, ölümler, sonradan ortaya çıkan bir çetenin zulmü ve tecavüzler ile katlanılamaz bir yere dönüşür.  Bu durumda doktorun karısı her şeyi görmesine rağmen susmaktadır çünkü başına geleceklerden korkar. Bu kabusu görmektense kör olmayı diler.

Yazar kitapta körlük metaforuyla aslında bize içinde bulunduğumuz dünyayı sunuyor. Körler aslında çevrelerinde yaşanılan zulmü görüp sessiz kalan, gözlerini yuman insanlardır. Doktorun karısı ise bu zulmü görüp elinden bir şey gelmeyen azınlıktaki kısmı oluşturmaktadır. Susar çünkü konuştuğunda başına geleceklerden korkar ama olanlara da vicdanı dayanamaz. Peki bu durumda nereye kadar susabilir?

Ve kitap şu cümlelerle son bulur. "Sonradan kör olmadığımızı düşünüyorum, biz zaten kördük, Gören körler mi, Gördüğü halde görmeyen körler."

Arka Kapak
Körlük, 1998 yılı 'Nobel Edebiyat Ödülü' sahibi Portekizli yazar Jose Saramago'nun son yıllarda yazdığı en etkileyici kitap. Araba kullanmakta olan bir adam, yeşil ışığın yanmasını beklerken ansızın körleşir. Körlüğü, başvurduğu doktora da bulaşır. Bu körlük, bir salgın hastalık gibi bütün kente yayılır; öldürücü olmasa da tüm ahlaki değerleri yok etmeyi başarır. Toplum, görmeyen gözlerle cinayetlere, tecavüzlere tanık olur. Ayakta kalabilenler ancak güçlü olanlardır. Koca kentte körlükten kurtulan tek kişi, göz doktorunun karısıdır. Portekiz'in yaşayan en önemli yazarı olan Jose Saramago, bu çarpıcı romanında körlük olgusunu bir metafor olarak kullanmış, basit imgelere, sıradan sözcük oyunlarına başvurmadan, yoğun bir anlatımla, anlatıcının ve kahramanların konuşmalarını ortaklaşa bir monologa dönüştürerek, kurgunun evrenselleşebilmesi açısından kişilere ad vermeksizin liberal demokrasinin insanları sürüklediği sağlıksız ortamı olağanüstü bir ustalıkla yaratmıştır. Çağdaş dünya edebiyatının bu ünlü adının öteki yapıtlarını da yakında Can Yayınları arasında bulacaksınız.S





14 Ekim 2013 Pazartesi

İntihar Dükkanı - Jean Teulê

Bazı kitapların isimleri o derece cezbedici oluyor ki tanıtım yazısını dahi okumadan sepetine atıveriyor insan. Bu kitap da benim için onlardan biri.

İntihar dükkanı beş kişilik Tuvache ailesi tarafından işletilmektedir. Bu dükkanda adından da anlaşılabileceği gibi hayatlarına son vermek isteyen insanlara yardımcı olacak araçlar satılmaktadır. Kendilerini asmaları için urganlar, ani bir ölüm için çeşitli zehirler, ya da havalı bir ölüm için hara-kiri veya Turing elması gibi ölümünüze hayran bıraktıracak intihar setleri. İnsanlara ölüm satan, hayatın kötülüklerden ibaret olduğunu düşünen, her daim mutsuz Tuvache ailesinin hayatı her şeye iyi yönden bakan bir nevi erkek Pollyanna olan küçük çocukları Alan ile yavaş yavaş değişmeye başlar. Ve bu sağlam konu bir anda hayat her şeye rağmen ne de güzel gibi sıradan bir romantikliğe bağlanır.

Kendi irademiz dışında geldiğimiz ve umduğumuzu bulamadığımız şu dünyadan ayrılmak istediğimizde intiharın bir seçenek olarak karşımızda durması hayatın hatasını telafi etmek için sunduğu küçük bir jest olsa gerek. Böylesi güzel konu daha detaylı ve daha gerçekçi bir şekilde işlenebilirdi.

Arka Kapak
Karanlığın içinde tabelası parıldıyor: İntihar Dükkânı. Hayatın yüküne dayanamayanlar son alışverişlerini yapıyorlar.

Zehirler, ipler, tıraş bıçakları ya da daha ilginç intihar yöntemi paketleri... Nesillerdir müşterilerinin son anlarında kullandıkları malzemeleri temin eden bu aile şirketine, bir gün sizin de yolunuz düşebilir.

Tabii dengeleri değiştiren bir sürpriz sizden önce bu karanlığı aydınlatmazsa...